YAĞMALANAN ANADOLU
YAĞMALANAN ANADOLU

Metin DEVRİM
-6-7 yaş çocukluğumun Aydın semalarından tayyareler geçerdi. Kuşların dışında, uçan başka cisimler görmek ilgimizi çekerdi. Koşardık arkalarından gümüş renkli kuşların, gözden kayboluna dek. Nerden gelirlerdi, neden gelirlerdi, nereye giderlerdi bilmezdik. Çok kısa süren, ayda-yılda 2-3 kez tekrarlanan eğlenceden ibaretti bizim için. Kanatlarının altındaki kocaman harfler dikkatimizi çekerdi: T.H.K. Kurban bayramlarında kurban derilerini kuruma vermeleri için avuç içi büyüklüğünde kağıtlar attıklarını hatırlıyorum. Topladıklarımızı evlere dağıtırdık.
Aradan yıllar geçti. Biz büyüdük, kirlendi Dünya!
Özellikle yaz aylarında uçak sesi duyduğunda yüreğim ‘’Cız’’ eder benim. Biliyorum ki çok geçmeden havaya pis bir duman kokusu kaplayacak, yüreğim yanacak. Tıpkı. Zaman zaman sabahın köründe, gecenin bi yarısında kaplayan çürük yumurta kokusu gibi.
Kaynağı ve çıkış sebebi belli olan tüm bu kokular, ihanetin pis kokularından başka bir şey değil. Aslında, ‘’pisliklerin’’ kokuları bunlar. Vatana ihanetin, insanlığa ihanetin, Dünya’ya ihanetin. Gıyaben, huzurunda secde ettikleri Tanrı’ya ihanetin kokuları. O’nun yarattığına inandıkları bilmem kaç milyarlarca canlının yanık kokusu. Dilerim. Gitmemek için, uğrunda her şeyi yaptıkları o Cehennem’ de kendi bedenlerinin kokusunda cayır cayır yanarlar!
Yanıcı madde, yakıcı madde, ateşleme kaynağı (yani ısı) bir araya gelince “yanma” gerçekleşiyordu. En eski bilgilerimizdendir aslında bu üç temel unsur. Yanmayı, ocaklarımızda, fırınlarda, sobalarda, kazanlarda kontrol edebildiğimizde ortaya çıkan enerjiden faydalanabiliyorduk. Kontrol edemediğimiz de ortalığı yakıyor, adına da “yangın” diyorduk.
Afet yönetiminde hafızalara kazınmış “3 otuz” kuralı vardı bir de. Hava 30 derecenin üstünde sıcaksa, rüzgâr 30 km’nin üstünde bir hızla esiyorsa, bağıl nem %30’un altına düşmüşse, yani hava kuruysa yangın çıkma olasılığı çok yüksekti.
Yaz aylarında yangını yaratan bu üç temel unsur yaşadığımız coğrafyanın bir gerçeğiydi ki asla göz ardı edilmemesi gereken. Belki de bereketli toprakların bir bedeliydi bu. Üç temel unsurun varlığı, her an yangın çıkması için yeterliydi. O kıvılcımın kaynağı da kasıtlı ya da kasıtsız, bilerek ya da bilmeyerek, doğrudan ya da dolaylı olarak her zaman “insan”dı…
Bu üç şart kuralını ve sadece bir kıvılcımın yangını başlatmaya yeteceğini herkes biliyordu. Bu eşsiz coğrafyanın doğasına ve kaynaklarına göz dikmiş talancılar da! Yeraltındaki madenlere, lüks oteller zinciri oluşturmak için kıyılara göz dikenlerin önünde ormanlar, meralar, zeytinliklerin varlığı bir engel oluyorsa; doğal koruma alanı veya koruma altında SİT alanı olması yapılaşmaya engelse, uygun zamanda sıcaklık, nem ve rüzgâr şartı için tek bir kıvılcım yeterliydi.
Yüzyıllık cumhuriyet geleneği coğrafyamızın yangın gerçekliğinin farkındaydı. Eski Türkiye’de de orman yangınları olurdu ama mevcut kurumların hızlı müdahalesiyle büyümeden söndürülürdü. Çocukluğumuzun, o peşinden koştuğumuz, THK gibi deneyimli bir kurumun elinde, yangına hızla müdahale eden, suyu çok hızlı toplayıp boşaltabilen, Anadolu coğrafyasına uyumlu uçakları vardı. Yangına ilk müdahaleyi hemen yapan, yangın riskine karşı ormanları temizleyen, yanıcı maddelere karşı önlem alan deneyimli ve bilgili “orman köylüsü” olduğu gibi. Orman kazan, onlar kepçe gün boyu durmaksızın dolaşan atlı veya yaya deştimanları gibi.
Köy Hizmetleri, YSE, Karayolları, TSK gibi bilgili, deneyimli, liyakat sahibi personelden oluşan kadrolara sahip, yangın anında bölgeye kamusal hizmet için hazır durumda bekleyen, gereğinde hızla müdahale edebilecek araç ve donanıma sahip kurumları vardı.
Artık bu kurumların hiçbiri yok!
Artık ormanlarımız, meralarımız, tarım alanlarımız, yaşam alanlarımız, canlarımızın varlığı ve geleceği, onlara çökmek için aportta öylece bekleyen maden, enerji ve turizm şirketlerine emanet. Onların daha çok kazanması için daha fazla ve daha uzun süreli yangınlar gerek!
Zeytin, ülkemizin ve özellikle Ege Bölgesinin her şeyidir. Zeytin ağacı, uğruna şiirler yazılan, şarkılar yakılan, romanlara, öykülere, efsanelere konu olan, Van Gogh’un tablolarında ölümsüzleşen mitolojik bir ağaçtır. Coğrafyamızın, doğamızın süsü, insanımızın alışkanlığı, geçim kaynağı, yoksulun azığı ve gölgesidir.
Köy Enstitülü yazar, şair Mehmet Başaran: “Ağaçların bilgesi, zeytindir kuşkusuz. En çelimsizi bile kendini kabul ettiren bir ağırbaşlılık, bir suskunluk içinde. Yaşlarını bilen yok. Roma’nın, Bizans’ın izlerini taşıyor bazıları. Zamanlar geçmiş, sahipler değişmiş ama onlar kendi ölümsüzlüklerinde. Gene kendi kendilerinin.” sözleriyle taçlandırır zeytini.
Kadir kıymet bilmeyenler tarafından 1985'den beri 30 kez değiştirildi. ‘'En tehlikeli maden kanunu teklifi'’ olarak ilan edildi.
19.07.2025. Zeytin üreticilerinin, köylülerin, yaşam savunucularının ve muhalefetin günlerdir karşı çıktığı, zeytinlik alanlarının ranta açılmasını öngören kanun teklifinin TBMM Genel Kurulunda kabul edildiği tarih oldu. Ve. Zeytin ağaçlarının kıyımının önünü açacağı gerekçesiyle ülke çapında tepki çeken Kanun Teklifi yasalaşmış oldu.
Düzenlemede her ne kadar, madencilik faaliyetinin başlayabilmesi için ilgili firmaların "sahayı rehabilite ederek eski haline getireceğini taahhüt etmesi şartı" olsa da ağaçların taşınması ekolojik ortamların taşınması anlamına gelmez. Ekosistemi taşıyamazsınız. O güzelim köylerin derelerini, vadilerini, çayırlarını, toprağını, mezarlıklarını, yüzlerce yıllık köy ortamlarını, tarihini, anılarını taşıyamazsınız. Zeytinlik, olduğu ortamda zeytinliktir. On binlerce ölmez ağacın tamamına yakını yeni ortamına tutunamayacaktır. Denenmiştir. Emsal teşkil eden çok örnek vardır.
Maden ve kömür uğruna şimdiye kadar yok edilen doğa ortadayken; Madencilik faaliyetinin bitiminde o alanın tekrar zeytinciliğe uygun hale getirilmeyeceği, sadece kamuoyunu yanıltmak amacıyla konulmuş bir şart olduğu aşikardır.
Restorasyonun oldukça maliyetli bir iş olduğu ve şirketlerin tahrip ettikleri alanlarda işlerini bitirdikten sonra batmış gibi gösterilip, tüm bu maliyetleri kamuya yüklemeleri gibi uygulamaların bilindiği unutulmamalı.
Timur'un, yanında getirdiği filleri Ankara savaşında bu günkü Pursaklar bölgesindeki yoğun ormanlık arazide sakladığı söylenir. Yıllar önce ülkeye uçak penceresinden bakan bir kişi uçsuz bucaksız bir cennet görürdü. Şimdi ise madenlerle, taş ocaklarıyla delik deşik olmuş, yangınlarla inleyen, yağmalanan bir Anadolu!
Bu topraklar zenginliğiyle, bereketiyle yüzyıllar boyunca tüm ülkelerin sahip olmak istediği, bu uğurda savaştığı yer olmuş. Hâlâ gizliden bir savaş sürüyor.
Stratejik konumumuz hakkında konuşmaya gerek bile yok. Biz Asya’nın Avrupa’ya açılan kilidiyiz. Bu ülke Tanrı’dan bize bir armağan. Tıpkı bizlere verilen hayat gibi. Eğer bir gün cezalandırılacaksak, verilen hayatın kıymetini bilmediğimiz için olacak.
Kimseye ihtiyacımız yok bizim. Bu topraklar hepimize baktı, yine bakar. Yeter ki sahip çıkmasını bilelim.
Eylem olmadı mı vizyon bir rüyadır. Vizyon olmadan eylem ise zaman geçirmektir. Eyleme sahip vizyon dünyayı değiştirir.
Sevgi ve sağlıcakla kalın dostlar.